22 Haziran 2009 Pazartesi

Türwengerlent


Wenger hakkında bir yanlış yapıldığını düşünüyorum...

Kendisi hakkında artık genel kanı hep geleceğin takımını kuruyor, gelecek bir türlü gelemedi diyorlar...

Dikkat edilmesi gereken durum, bu gençleri genel olarak orta saha ve beklerde tercih ediyor olması ve adamın aklındaki futbol için oyuncunun genç olması gerektiği yani gelecek planlamıyor oynatmak istediği taktiğe göre oyuncu seçiyor tıpkı diğer hocalar gibi...
Mesela bir gün Wenger'le röportaj yapmışlardı ve idmanlar üzerine şöyle bir laf etmişti, bir futbol maçı 90 dk iken idmanların 3 saat olması bana garip geliyor onun için ben oyuncularıma 90 dk lık idmanlar yaptırıyorum ama onlardan tıpkı maça çıkmış gibi ciddi, disiplinli ve gayretli olmalarını istiyorum. Yani Wenger in asıl amacı takımını yüksek tempo denilebilecek bir modelle çalıştırıp onlara güç, hız ve özellikle dayanıklılık kazandırmak. Yani uzun uzun maratoncu gibi değil kısa kısa ama sprinter gibi...
Bir de şöyle diyor futbol topla oynanır ve bir futbolcu topsuzken hızlı olması birşey ifade etmez topla beraber kondüsyon kazanmalı ve topla beraber hız ve dayanıklılık, bunun için bütün bu 90 dk lık idmanlarını temelde hız dayanıklılık üzerine kurup topla çalışmalarını artırarak oyuncularının hızlı düşünmelerini ve topa hakimiyetlerini artırmak istiyor.
Kısacası hızlı düşünen, bir maçın her dakikasında haraket eden bir takım yaratmak istiyor bunun içinde kasları daha oturmamış, gereksiz idmanlarla şekilleri bozulmamış, ağırlaşmamış gençlere ihtiyaç duyuyor. Tabi ki defans gibi, sırtı dönük forvet gibi, ya da pozisyon alan ön libero gibi görevler için daha az hareket ve daha çok akıl gerektiğinden buralara tecrübeli oyuncular koymaya çalışıyor ve sorunda burada çıkıyor, bu kritik pozisyonları da gençlere verince...
Gilberto Silva, Sol Campbell, Bergkamp gibi adamlar varken zaten Wenger başarılıydı premier ligi aldığı gibi finaller de oynadı ama bunları sayıları azalmaya başladıkça problemler de başladı.
Kısacası Werger'in takımı galaktikoslar kuramayacağına göre ve oynatmak istediği futbol hepimizin de hayallerini süslediğine göre adam en doğrusunu yapıyor.

Not1: Bizim Emre'nin ve hatta Rosicky nin de problemi bu gibi biraz, daha kasları yerine oturmadan yaptıkları yanlış idmanlar, güçlü yönlerini daha güçlü yapacağına zayıf yanlarını daha kırılgan yaptı. Mesela Emre o tekniğine rağmen belinin kalınlığından dolayı dönerken zorlanıyor büyük ihtimal güçlü olmak için yaptırdıkları idmanlar sonucu tıknaz güçlü bir yapıya kavuşurken hesaba katılmayan kıvraklığı onu sakatlıyor, hatta sakatlıklarından birini bu dönüşlerden sonra olmuştu yanlış hatırlamıyorsam.

Not2: Wenger'in gençlerine bir bakın bir çoğu tıfıl, zayıf, güçsüz ama bir o kadar dayanıklı ve hızlı bir de bizim Arda'ya bakın ağır, hantal, dayanıksız ama teknik, teknikliğini allah vergisi kabul edersek, Arda heralde Wenger'in elinde Fabregas'a nal toplatır, Fabregas'sa bizim gazcıların elinde amatör kümelik, artı bana Tuncay'ın premier lig tarafından tercih edilmesi biraz da bu yüzden gibi geliyor, o da çelimsiz ama dayanıklı ve çabuk, ayrıyeten çalışkan ve özel olarak ilk toplara müdahalesi kendine has, ama Tuncay da şimdi orta sahaya gelip incecilik yapmaya çalışıyor yani onun da yolu yol değil, güçlü yanlarını daha güçlü yapacağına tekniğini geliştirip, orta saha elemanı olmaya çalışıyor.


Not3: Buradan bizimkilere de bir işaret çakalım bırakın artık temposuz idmanları, gençleri su almaya bile koşarak yollayın, artık altyapılarda uçan kuşlar istiyoruz, gözü kapalı top sürüp, pas atacak gençler istiyoruz öyle yarım saatte haraket eden robokopların, enine çalımlarını değil.

21 Haziran 2009 Pazar

94 Selecao v.s 09 Yiğido

Şöyle bir soru soralım sonra da cevabını arayalım...

1994 yılının şampiyon Brezilya'sı ile 2009'un ikincisi Sivasspor'u maç yapsa kim kazanır?

Önce niye 94 Brezilya, benim hatırladığım en eski kadrolardan biri, aslında seyrettiğim diyeyim, ayrıyeten şampiyon olmasına rağmen göz doyurucu bir takım değillerdi, aslında geçiş dönemine denk gelen o zamanın iyi bir takımıydı, geçiş döneminden kastım tekniğe dayalı futboldan, fiziğe daha doğrusu harekete dayalı futbola geçişin...O takımın en büyük artısı topa uzun uzun sahip olması bunu da üstün tekniği ile topu saklayarak yapmasıydı, gol yollarında işi hızlı ataklar yerine bitirici ayaklara bırakmıştı ve onlarda görevlerini iyi yaptılar...Uzun uzun hazırlık pasları yapar, yavaş yavaş rakibi sıkıştırır, dar alanda net pürüzsüz bir alan savunması yaparlardı, alanı sahiplenecek düzeyde disiplinli bir savunmaydı, ama ne orta sahada ne de hücumda yıkıcı sert topçuları yoktu en sertleri ki bence en önemli adamları Dunga bile şimdinin Essien, Makalele tarzı yiyicilerin yanında küçük emrah kalacak denli kaymak, yumuşak bir oyuncuydu ve o takım kesinlikle bir savunma takımıydı...
Bu yılın Sivaspor'una gelecek olursak, o da bir savunma takımı, geride oynayan, dar alanda oynayıp hızlı ataklara kalkmaya çalışan, ileriye uzun top atıp topun düştüğü bölgeye pres yapmaya çalışan Türk ekolü temsilcisi, yani aradan 15 yıl geçmiş neler değişmiş onu görmek açısından başka bir savunmacı tercihi...

Bir kere şu kabulleri yapalım bu yılın Sivasspor'u, 94 ün Türk milli takımını yener ve 94 ün Brezilya'sı bırakalım İspanya'yı falan bugünün Türkiye'si karşısında tarihi fark yerdi.

Bu durumde bu kıyas için birbirine en yakışan ikili bu oldu...94 Selecao v.s 09 Yiğido...

Bir kere birbine ters olabilecek bir halleri var Brezilya yavaş oynayıp topa hakim olmaya çalışırken Sivaspor kontratak oynayıp topla ilgilenmeyen bir takım, bu durumda avantajlı olan Brezilya gibi dururken konu fiziğe geldiğinde, delişmenliğe, saldırganlığa, prese geldiğinde Sivas ezergeçerus...
Teknik ve bitiricilik Brezilyanın göbek adı, Bebeto tutar Romario çakar, aradan kaçar, havadan yakalar, yerde bitirirler ama defansta Bilica var, yakalarsa sinek gibi yapıştırır, o çıtkırıldım Bebeto'nun ayağını alır Romario'ya verir.
Futbol zekası a dan z ye Brezilya'dır, zaten bu müsabakada kilit olan o takımın zekasının yüksekliği yani Brezilyalılar öyle topçu yetiştiriyor ki duruma uyum sağlamak için ne gerekiyorsa araştırır bulurlar yani Sivas fiziken ezse bile Brezilya'lılardan her an bir çözüm gelebilir, gelirse de bu Sivas için sonun başlangıcı olur.
Hız konusunda Brezilya'lıların kıçını kaldıracak dermanları yok, Sivas hızlı yer değiştirip hızlı atağa kalkarsa Brezilyalıların başını döndürebilir.
Fiziken yıkıcılığa bakarken boyutlardan ziyade, tarzları kıyaslamak lazım bence mesela Aldair ya da Marcio Santos boy pos olarak yabana atılacak adamlar dağiller ama oyun tarzı olarak sertlik, ezicilik bunu yaparken ortaya koydukları hız düşünüldüğünde Mehmet Yıldız'dan dayak yemeleri kaçınılmaz olur.

Şöyle bir tabela yapalım....


-------------94Brezilya----------09Sivas---

hız--------------4-------------------8--------
teknik----------8-------------------6--------
pas--------------9-------------------6--------
fizik-------------6-------------------8--------
defans----------7-------------------7---------
hücum---------8--------------------6--------
pres------------3--------------------8-------
kaleci----------8--------------------6-------
zeka------------8--------------------6-------


Bu tabelaya göre puanlar eşit çıkıyor tabi daha bir çok değişken var, bizim ki farazi bir araştırma...

Soru aslında bu olmalı futbol ne kadar değişti ya da gelişti.
O zamanın şampiyonu Brezilya'nın futboluyla günümüzün İspanya'sının yada Fransa'sının futbolu arasında ki fark dağlar kadar, artık oyun hız, fizik, teknik...Aslında bir insanın sahada yapabilecekleri herşey üzerine kurulu bir halde, artık futbolcuların düşünmek için uzun zamanları yok Dunga gibi sağa sola bakacak durumları zaten yok, hızlı olan, bunu yaparken ayağına hükmedebilen, yapacağı hareketi önceden düşünen, savunma yapan, mücadele eden adamların devrindeyiz artık kimse kimseye incelik yapmak için fırsat tanımıyor.

Dünya ilerliyor, futbol ilerliyor ve 15 yıl çok uzun bir zaman, en azından futbol için...Yoksa Jordan gelsin hepsini kepaze eder...

14 Haziran 2009 Pazar

Logo


"Profesyonel sporcunun yaşadığını stres mi zannediyorsunuz asıl stres akşam evine ekmek götürmek için çırpınan işçinin yaşadığıdır."
Önce şuna açıklık getirelim bu laf Charles Barkley'e aittir. Kelimesi kelimesine böyle midir onu tam bilmiyorum ama meali budur ve öyle ağır bir lafdır ki altında kalmamak elde değildir.

O zaman bu lafa şöyle bir katkıda ben yapayım, sahadakinin çektiği çile bir şey değildir, tribündekini yaşamak lazım, işte onu da yaşayan bilir...Her gece uyumak için kadrolar yapan, yenilgilerde içine kapanan, galibiyeti sanki cennetmiş gibi yaşayan, saçma bir lafa alınıp saatlerce ağlayan bilir, peki bütün bunlar bir işçinin emeğinden değerli midir, değildir tabi ki bunlar safi fasafisodur.

Bıktık artık bu tribün güzellemelerinden değil mi? Bırakın taraftar vırvırını çıkın meydana, vurun gafilin sırtına sırtına, sökün taraftarın hakkını ve gidin işçinin emeğiyle paylaşın, bakın bakalım cennet neymiş.

Ferman devletinse tribünler işçinindir...

Ve bizim logomuz tam da budur, sporcudur, işçidir, seven, sevilen, acı çekendir, hayata hakkını veren, yatan kalkan, yaratandır, ama evine ekmek götüren, ekmeğine bulaşanın gözünü oyandır ama en mühimi babanın dediği gibi o tokatın hesabını sorandır.

9 Haziran 2009 Salı

Pep'in süveteri

Bu 3 kupalı sezonda bunca barca güzellemesi okumuşunuzdur, pasıydı puyol’uydu, total’iydi diye bize de pep’in süveteri kaldı, iş bu yazı konusu olan…
Bizim yaygın medyada bu kazak önemli husustur ama pembe olunca...Onun dışında kimse ne giydiğine bakmaz ama pembe giyince yazıda olur, başlıkta, tezahüratta, pankartta, işte bizimki de o hesap...Aslında bizim ki başka hesap…Bizim ki bir süveter hikayesi, süveterin baklavası, hocanın karizması.
Karizmadan ne anladığınızı bilmiyorum ama topçu milletinin karşısında kuyruğu dik tutmanın bir yolu varsa karizmatik olmaktan geçiyor artık, yoksa adamı tefe koyar oynatırlar ya da kafaya yumurtayı geçirirler, üstelik onun kokusuda çıkmaz. İşte bu karizma problemini çözmek için hocalar bir çok şeyi deneyebiliyorlar, baba(1) gibi ağır ağır konuşmalar, kararlı kararlı kesip atmalar, tabi bir de kaşkollar, fularlar, konu Pep olunca ayrıyeten kazaklar, ince kravatlar.
Her şey bir kenara Barcelona’nın bu seneki başarısının arkasında Pep’in süveterinin, güzel giyinmesinin, olduğunu düşünüyorum, ve bizim başarasızlıklarımızın sonucuda Pep gibi giyinen hocalarımız olmadığını, yoksa...
Sorarım size ülkemiz de en az italya, ispanya kadar tekstil devi olmuş, tekstil konu olunca yeri göğü inleten bir memleketken, elin oğlu kenar da manken gibi salınırken bizim, imparatordan ithal gemici düğümü kaşkolun ötesini göremememiz neyle açıklanır. Pamuk var, kumaş var, Nişantaşı var, Deniz Berdan'la öbürü var, helvayı kim yapacak, bizim niye Pep’imiz yok Riijkard’ımız yok, böyle artisan takılıp, sinirlenince efendi efendi kulübe mikası kıran, öyle yiğido gibi dove dove öldürmeyen…
Şimdi bu konuda hocalara sallasak ayıp olur, yanlış olur, adamlar, topçuların dertleriyle mi uğraşsın, yöneticilerin kaprisleriyle mi yoksa “yoklama macun” larıyla mı…Hepsini halledecek, ekmek parasını garantiye alacak, birde gidip Nişantaş'larına mı takılacak, haliyle olmuyor, olmayınca ne oluyor, bizden Pep'ler yetişmiyor.
Burada en büyük iş yine anlı şanlı kulüplerimize düşüyor, ya bu adamlara modacı tutacak, o gidecek alışverişleri yapacak, giydirecek bizimkileri, ya hiç bu işlere bulaşmadan direk Yeniköy kasabını getirip arkana bile bakmayacan ki nasıl olsa o kendi halinde takılır, yada Cruyf gibisini bulacan ki o senin hocana alışveriş için yeterli vakti sağlayabilsin.
Buradan şu sonucu çıkarıyorum kaşkolu süslü bağlamayla olsaymış imparator Cruyf olurmuş yada imparator yapamamış Cruyf yapmış. işte o sarı fare öyle bir takım kurmuş ki, öyle bir sistem yaratmış ki başına getirdiğine de iyi giyinmek için dünyanın vakti kalmış, adamda giymiş süveterin baklavalısını, bize de kalmış imam çağdaş'ınki...off hışır hışır....ılık ılık...

8 Haziran 2009 Pazartesi

Joe Kleine

"joe kleine"Boston Celtics'ten tanıdığımız ama asıl şöhretini Bulls-Suns final serilerinde sağa sola bulaşarak, sonunda da pek de bir işe yaramayarak elde etmiş beyaz amerikalı...

Bu giriş en azından sözlük formatına uygun oldu. Zamanında ekşisözlükten atılırken sebep buydu sözlük formatı...Hatta şöyle olmuştu...Maradona başlığının altına santa maradona yazmıştım beğenmemişti birileri...
İşte anlayacağınız üzere blogglar alemine katılımımız yıllar evvel nickname olarak seçtiğim bu isimle oldu, tabi yine anlayacığınız üzere futbol, basketbol, spor, yemek, sinema, müzik, siyaset üzerine bildiklerimi, gördüklerimi, düşündüklerimi paylaşmak, fikirlerimi yaymak buradan oluşan sinerjiyi ülkenin ve toplumun değişimin de kullanmak için bu blog var.
Ve bu blogun şakası yok...