25 Ağustos 2009 Salı

Postfiction

Tarantino üslubu diye bir şey uydurdular, hala onun ekmeğini yiyorlar eskiden o elbiseye oturan bir Tarantino varken artık bu elbise Tarantino'ya dar geliyor...Çünkü eskiden ucuz romanlar vardı ya şimdi...
Bana kalırsa özellikle bu filmden sonra Tarantino eleştiri klişelerinden biraz uzaklaşmak, yeni ufuklara yelken açmak gerekiyor.
Tarantino'ya postmodern demek de bu klişelerden biri ya da şiddetsever ya da "aayy göndermeler müthişti" demek...evet hala gümbür gümbür bir postmodern ama artık Sullivan tarzı salt biçim üreteminden, Gehryvari yapısal bir üretime geçmiş durumda, daha doğrusu sinemasal bir sanatçıdan, bir sinema ozanı olma yoluna...
Bu film için sanatı-Tarantino sanatını, göndermeler de aramak yerine bütünün kendisindeki sert ironiye odaklanmayı tavsiye ediyorum, o göndermeler ya da karikatürler işin biçim tarafında ama yapıda çok sıkı örülmüş mesafeli bir ironi var.
Bir kere yahudilerin bilinen hiç savaş kahramanı yok, milis örgütlenmeleri yok ne Amerika'daki ne Avrupadaki yahudiler direnişçi olarak bilinmez. Onları nazi düşmanı, kelle avcısı milisler olarak göstermek başlı başına bir ironi hatta belki bir eleştiri.
Ortada yeni bir dünya, yeniden kurgulamış bir tarih var ama bu halinde bile kazananlar aynı, yahudilerin intikamının acılığı hatta acımasızlığının karikatürünün yanında nihayi olarak işi az zararla atlatan Alman albayı ve Amerikan güneylisi ve onların temsil ettiği arkalarından yetişen win-win kuşağı yani her zaman alınlarında faşizm lekesini taşıyacak olanlarla akılsız güneyli şahinler.
Bana kalırsa film ironiler puzzle'nın birleşiminden kendini üreten, açıklaması pek de mümkün olmayan, sonucu seyirciye bırakan yeni bir şey, sürreel ya da postmodern değil dekonstriktivist...
Bu dekonstriktivizm sahne kullanımında özellikle kendini gösteriyor chapterların birbirlerine uyumundan ziyade kendi içindeki tutarlığı filme post-modern bir ekletizmden ziyade non-lineerlik sağlıyor...Parçalar bütünü oluşturmuyor çünkü bütün parçacıklı.
Bütün parçacıklı lafından kastım bütünü oluşturan parçaların klasik bir puzzle parçası gibi uyumlu olmamasına rağmen bir resme tekabül etmesi yani yuvarlak üçgen gibi alakasız parçalardan bir puzzle oluşturmak gibi...

Bu kadar entel dantel laftan sonra en kısacasını söyleyeyim, artık Tarantino'nun insanlık adına söylemek istediği şeyler var ve bunu söylemek için kendi adına yeni bir yolu var. Artık dünyaya karşı daha sorumlu, insanlara verilmiş bir parça kek yerine, onlar için yapılmış bir sanata geçişi var, yani Hitchcock'un yapmadığını yapmaya soyunuyor, her daim ucuz romanlar çeken biri için büyük ve umut verici bir geçiş.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Hedo 1 numara


Ülkemiz adına Orhun Ene'den beri sahaya aklını koyup takımı yöneten, sayı gerektiğinde sorumluluk alıp riske giren ve bu kararları takım adına alıp uygulayan, sahadaki coach diyebileceğimiz bir guard gelmedi. Bu pozisyon ya Kerem gibi istikrarsız ve titrek ya Ender ve Engin gibi savruk ve yetersiz oyuncularla dolduruldu. Şimdi silkinip dirilme vakti ve yaşam öpücüğü çok uzaklarda olmayabilir...

Genelde guard adam boyu kısa olan, cayır cayır top sürüp gerektiğinde bu özelliğini Aliço gibi zaman geçirmekte kullanan, arada elini havaya kaldırıp cümle aleme oynanacak seti gösteren, boş bulursa üçlük atıp, elinde çok top tuttuğu için faul kaçırmaması gereken adam olarak bilinir. Artık sadece bunlar yetmiyor meşhur bir söz vardır takımın guard'ın kadar güçlüdür diye onun için buradan Hidayet'in milli takımda guard oynaması için kampanya başlatmak istiyorum.

Niye Hidayet, bir kere Magic Johnson kadar boy var, Kukoç gibi pas atabiliyor, en az Noumoski kadar üçlük ve faul yüzdesi var, soğukkanlı, tecrübeli, sorumluk alan, ülkemiz adına şu an tek adam, bir guard için tek eksiği top sürmesi o da rakip tam saha pres yapacak da falan filan...

Fırsat buldukça Nba Tv de eski maçları seyrediyorum Magic Johnson kıçını kullanarak adamını potaya doğru itekleyip, boyunun avantajıyla hücumda kim yer değiştirirse -ki genellikle Abduljabbar oluyor-, ona asisti indiriyor, yani adamın asist sayısının çokluğu genel yetenek durumlarının yanında, boyunun uzunluğu sayesinde keza Mark Jackson adlı zatı muhteremde böyleydi zaten onun da dünya kadar asisti var. Boy konusunda mesela Yunanlıların guardı Papadopoulos tam da bu formata uyan bir adam öyle kıvrak falan değil, uçan kaçan hiç değil, getirip içeride en uygun adama pası verip, boş şutları sokuyor o kadar, pasları atarken o da boy uzunluğundan faydalanıyor.

Hedo bunu rahatlıkla yapabilir zaten sırtı dönük oynamayı seven bir adam, bir de guard pozisyonuna geçerse pasları ve oyun zekasıyla takımı bir boy büyütebilir yoksa Ender'in nah çekerek attığı üçlüklere talim edeceğiz.

7 Ağustos 2009 Cuma

Şef Memo


Şimdi konuyu değiştirip bambaşka taraflara yelken açma zamanı...

Konumuz Elle dergisinin son sayısında ünlü şef Mehmet Gürs'le yapılan röportaj, son yıllarda bu ülke adına birilerinin daha bir şeyler düşüdüğünü görmek adına umut verici...
Şimdi tanımayanları için kısa bir tanım yapalım...Mehmet Gürs, ülkemizin tanınan en büyük ahçı-şefidir, onlarca restoranın yanında kalburüstü denebilecek Mikla diye de bir restoranı olan, Mars Group gibi bir kuruluşla ortak haraket edip Num Num isimli restoran zincirini gittikçe büyüten, paraya para demeyen bir zati muhterem...Kendisini tanımam etmem sadece lokantalarında yemek yemişliğim vardır hatta bu röportaja kadar kendisi hakkında pek iyi şeyler düşündüğümde söylenemez.
Anahtar cümle aslında paraya para demeyen...
Artık hedef kitlesi oturmuş, değil Num Num, Zart Zart hatta Bok Bok diye lokanta açsa gene doldurup para basabilecek bir adamdan bahsediyoruz ve bu adam durum böyleyken, yaşadığı toprakların mahsüllerini, üretimlerini, yemeklerini araştırıp ünlü restoranında bunları işlemeye karar verecek kadar toplumu düşünen bunun için sermaye, emek harcayıp bunun riskini alabilen bir adammış, işte adam buymuş.
Peki ne yapacakmış?
Bundan sonra Mikla isimli lokantasında ithal ürün kullanmayacakmış. Anadolu'yu ve Trakya'yı gezecek oraların yerel mahsüllerini, ürünlerini araştırıp lokantası için alımları oralardan yapacakmış.
Gayet rahat hiç başını ağrıtmadan Num Num'larını çoğaltarak benzer konseptte onlarca restoran açarak, parasına para katabilecek bir adamken, böyle bir karar almış.
Meğersem Şef Memo, devletin ilkel, özel girişimin ticari olduğu bir ortamda, bırakalım mutfak kültürünü, üreticiyi-çiftçiyi, tek başına uygarlık anlamında büyük bir adım atabilecek bir yurtsevermiş...
İşte yurtseverlik-vatanseverlik bu aslında...Öyle hamaseten milliyetçilik-ulusalcılık değil, ülkene, yaşadığın toprağa, mahallene, komşuna, sokağına, işine, mesleğine sahip çıkabilme, bir gün gidecekmiş gibi değil sanki yüzlerce yıl yaşayacakmış gibi yurdunu düşünme. Anadolu'yu, Türk ili yapma hırsından ziyade, ürünüyle, insanıyla sevme-sahip çıkma. Hakkari'yle hiç bağlantısı olmayacak adamın orası için savaşmasının anlamsızlığının yanında, orada yetişecek bir tane turpun bile onun yaşamında etkisini görebilmesi-bilebilmesi.

Bir kez de Şef Memo için söyleyelim.
Bu uygarlık ateşini Anadolu'nun göbeğinde yakıp, dünyanın ortasında üfleyeceğiz, başka yolu yok.

4 Ağustos 2009 Salı

Arma'da re-vizyon

Logo-amblem-arma adına ne derseniz deyin hepsinin amacı kurumunuza kimlik kazandırmaktır, yani bunlar kurumların kimliğidir, peki kimlik değişir mi?
İsimler değişmez, tarzlar değişmez hele ki tarihi bir kurumsa, bunlar özellikle korunur ama iş görselliğe geldiğinde değişimden ziyade geliştirme her zaman elzem olmuştur.
Futbol dünyası da tıpkı markalar dünyası gibi davranır kurumsal kimlikleri vardır, onlar o takımın ruhudur kimse değiştiremez ama yenilenir, mesela İngilizler'in hepsi köklü kulüplerdir ve hemen hepsi kulüp armalarını yenilemiştir buradaki yenileme tamamen değiştirme değildir var olan temalar yeniden yorumlanır çağa uygun hale getirilir.

İşte bunu anlatmak için iki örnek...


Arsenal bu ambleme gelene kadar da bir çok revizyondan geçmiş ama bu revizyonların sonuncusu.
Bu son revizyonda yazı karakterini yenilemişler, top çizimi günümüz şartlarına göre yeniden yorumlanmış, gereksiz görülen ögeler atılmış, yeşil renk lacivertle değişmiş, alttaki yazı tamamen kaldırılmış...



Juventus'unki de aynen öyle bütün ana temalar korunmuş, hepsi yeniden ele alınıp, yeniden çizilmiş.


Bu iki örneği verdim ki konu iyi anlaşılsın diye yani bunlar bayrak veya isim gibi değişmez değiller bu örnekler çoğaldıkça çoğalır...

Ve işte asıl konumuz ben bizim armalarında böyle revizyonlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum hele ki futbol fedasyorumuzun acil olarak ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Bunun için kendim tasarımlar hazırladım ve buradan ilginize sunuyorum.


Bu Türkiye Futbol Federasyonu için hazırladığım çalışma, hemen yanında şu an kullanılan versiyonu bulunmakta, eski halinin karakterli ve yeterli olduğunu düşünmüyorum.
Ne yaptım revizyon olarak, bir kere yıllardır tekrar dönülmesini istediğimiz bantlı forma konseptini kullandım çünkü kırmızı bant ay-yıldızı çok iyi taşıyor, sonra Türkiye Futbol Federasyonu yazısını ekledim hem ne olduğu anlaşılsın, hem de yuvarlağın etrafında derli toplu dursun diye, bir de köklülüğü ve Cumhuriyet'le yaşıt olmasını vurgulamak için 1923 yazısını ayrı bir alanda yazdım, onun dışında sadece parlaklıklar vermek için çizgileri çoğalttım, eski halinde TFF yazısı armadan ayrı kopuk bir şekildeydi, ben toplu durmasının formalara dikiminden, her türlü kullanıma kadar daha uygun olduğunu düşünüyorum.


İşte en sevdiğim takım...

Bir kere ben şu an kullanımda olan armanını eskidiğini düşünüyorum, yazı karakteri veya çizgilerin primitifliği gözüme batıyor ve revizyonun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum, zaten bu armaya gelene kadar da armanın revizyonlar geçirdiği biliniyor hatta en eski arma 100.yıl formalarında kullanılmıştı.
Peki ben neler yaptım, bir kere kırmızıyı tamamen attım, kuruluş zamanlarındaki anlamları bir kenara, kesin olan bir şey var ki Fenerbahçe, İstanbul'un mavi takımıdır, Liverpool-Everton, Roma-Lazio hatta Coca Cola-Pepsi gibi İstanbul'da Reds'ler ve Blues'lar olarak ayrılmıştır ve kırmızının bizimle ilgisi kalmamıştır...
Sonra kalp'teki (shield) yatay olan sarı banttan vazgeçip artık değişmezimiz olmuş ve öyle kalacak olan çubuklu formunu kullanmak istedim. Eski armadaki gibi kalbi dışarı taşırıp, palamut yaprağındaki gereksiz çizgileri attım, type olarak eskiliğini vurgulamak için kolay kolay yaşlanmayacak zaten yaşlı olan serifli bir font kullandım. Üç yıldıza gelirsek orada bulunmaları değişimin zamanını vurgulamak içindir.
Bu çalışmayı yaklaşık bir yıl önce yapmıştım şimdi tekrar bakınca aslında revizyonların çokta az olmadığını düşünüyorum ama üzerinde konuşmaya değer.